31 Mayıs 2010 Pazartesi

Pazar Günü Hikayeleri:)


Üç gündür iş seyahatinde olan babamız nihayet evine döndü. Pazar sabaha karşı gelip yatağa giren babasını uyandığında yanında görünce pek bi mutlu oldu minik kızımız. Hemen babasının koynuna girdi, tadını çıkara çıkara yatak keyfi yaptı. Bu arada kahvaltı güzel bir manzara eşliğinde yapıldı. Pervaza ekmek bulmak sevdasıyla konan kuşlara onlardan beter cıvıldamalarla karşılık verildi, baba kızın kuşlara duyduğu yoğun ilgi sayesinde anne kişisi gazetelere bile göz gezdirebildi:) Sonra oyunlar oynandı daha sonrasın da artık hareketlenme konusunda sınır tanımayan kızımızla babamız ilgilenmeye devam etti.
Ben de birbirlerine hasret kalmış baba kızın birlikte eğlenmesini tercih ederek kitabımı okumaya koyuldum. Hay okumaz olaydım içerden çok kötü bir ağlama sesi geldi. Canım kızım şimdiye kadar
hiç duymadığım bir tonda ağlıyordu:( İşte o an önemli bi şey olduğunu anladım çünkü bu 16 aydır hiç duymadığım bir ağlama tonuydu:( Önce telaşlanmamaya çalıştım çünkü ben ne kadar telaşlanırsam o da o kadar telaşlanacaktı ama çene altından gelen kanı görünce soğukkanlılığımdan taviz verdiğim çok belli oldu sanırım. Koca kişisinin bir anlık dalgınlığı kızımın çenesinin altında kanayan bir yara olarak geri dönmüştü. Bir an ne kadar büyük bir yara olup olmadığını kestiremedim. Dikişlik miydi yoksa hafif bir şey miydi? "Ben bakamıyorum sen bak" diyebildim koca kişisine. Kendileri yaraya bakıp "yok bir şey, telaşlanma" dedi. Dedi, ama içimden "zaten bu önemli bir şey olsa da hafife alır" falan gibi bir şey geçirdim (Oysa kızına çok düşkün olduğunu, hani şu çocukla baba arasında ki aşk zamanla başlar, gün geçtikçe artar babalarından olmadığını kızı doğar doğmaz benim papucun damda kendisine güzel bir yer bulmasından öğrenmiştim dolayısıyla önemli bir şey olsa bir dakika bile beklemeyeceğini bildiğim halde yine de güvenememiştim işte.). Zira kızımın başına gelen şeyin sorumlusu gözümde şu an oydu:) Yine de gözüm dönmeden konuşmayı becerebildim:)) Hemen soğukkanlı anne kimliğime geri dönerek çeneyi iyice bir kontrol ettim, yarayı temizledim, gerçekten de hafif bir yara olduğuna ikna oldum. İlginçtir ki normalde haddinden fazla babacı olan kızım bu gibi durumlarda yardımı hep benim kollarımda arıyor. Babası almak istediğinde gitmiyor boynuma daha da bir sıkı sarılıyor falan. Bunda hala teskin edici olarak gördüğü em em meselesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Aslında başına bir şey geldiğinde hemen memeyi dayamak istemiyorum çünkü bu defa kendi kendimize teskinin tek yolunu meme gibi algılamış oluyor. Bu gibi durumlarda daha ziyade sıkı sıkı sarılarak, buz koyarak, sırtını sıvazlayarak tüm bu ritüel sonrası da emzirerek teskin yolunu seçiyorum ama bu defa hiç bir ritüeli takip edemeden direkt emme olayına giriştik. Nasıl bir şeydir ki o içtikçe şifa olur ve nasıl bir şeydir ki büyüyünce unutulur bu masum anlar.

İşte böyle eme eme uyudu kuzucuğum. Ben bir yanına uzandım babası diğer yanına. Memeden ayrılmadı uzun süre. Bu konumda öylece uyuyakalmışız üçümüz. Rüyamda elimde uçurtma koşuyorum. Şimdi bu uçurtma da nereden çıktı derseniz bilinç altı falan değil bildiğin bilinç üstü:)) O gün öğleden sonra Başak'ın düzenlediği uçurtma şenliğimiz vardı. Demek ki ben iki gündür kızıma uçurtma şenliğine gideceğiz orada Çınar'la tanışacaksın, şunu göreceksin, uçurtma uçuracağız v.s. diye anlatmış biri olarak birden uçurtma şenliği kaçıracak kıvama gelince bir de şenlik saatinde uyuyunca şenlik direkt uykuma geldi:) Bi zıplamışım zıplamamla telefon sesini duymam bir oldu. Arayan Başak, işte böyle böyle oldu falan dedim bi duruma bakayım geçte olsa gelelim, peşine şenlikçi arkadaşlardan bir diğeri de arayınca gitmek farz oldu. Neyse ki bizimkilerde çok geçmeden uyandı ama tabi yemek filan derken saat epeyce ilerlemişti. Ancak oraya gitmeyi rüyasına girecek kadar kafasına koyan anne kişisi saat filan dinlemeden baba ve kız kişilerini peşine takıp Ahlatlıbel'de buldu kendini. İyi ki de bulmuş kızım başta pek açılamasa da kendine iyice bi geldi, güzel bir gün geçirdi. Ağır işlerin adamı olan koca kişisini elinde uçurtmayla görmek güzeldi her ne kadar uçurtmayı uçurtma konusunda çok büyük bir yetenek gösteremese de :) Sonradan başka arkadaşlarımızın da aramıza katılmasıyla biraz daha vakit geçirdiğimiz şenlik bizim için oldukça keyifli geçti diyebilirim:))

Oradan yeni evlenen bir arkadaşımız için Paşabahçe'den güzel bir hediye seçmek üzere Panora'ya geçtik. Satış temsilcilerinden birinin eski öğrencilerimden biri çıkması ve onun oyalama taktikleriyle yeni bir kaza atlatmadan hediye seçmeyi ve bir pazarı daha atlatabilmiş olmanın rehavetiyle eve dönüş yolunu tutmayı başardık:)


18 Mayıs 2010 Salı

Güzel Zamanlar, Güzel Kadınlar

İki hafta önce blog aleminden tanıyıp daha sonra da Nurturia sayesinde yakınlaştığım 3 harika kadınla buluştum. Hamilelik dönemini saymazsak 15 Aylık bebek maceramda arkadaşlarımla gece tek başıma ilk dışarı çıkışımı yaşadım. Buluşmaya giderken sadece internet ortamından tanıdığım bu kadınlarla acaba iki satır laf edebilecek miyim fikrinin hiç aklımdan geçmediğini farkettim. Neydi bizi bu kadar yakınlaştıran annelik mi, kadınlık mı, aynı süreçten geçmek mi, hepsinin toplamı mı? Sanırım cevabı hepsinin toplamıydı.

O gün o buluşmada sevecenlikle kreş muhabbeti yapmak, ya benim ki şöyle yapıyor demek, bakıcı sorunumu falan onlara açıp fikir almak, benden önce şimdi yürüdüğüm yollarda yürümüş kadınlarla muhabbet edip zaman zaman korkup (Banu'nun "annelik 18 ayla 24 ay arasında sınanıyor ve nasıl bir anne olduğun aslında o zaman diliminde ortaya çıkıyor." cümlesi ara ara kulaklarımda çınlıyor mesela. ) zaman zaman rahatlamak, rahatlatmak. Ne büyük keyif dedirtiyor insana hayatın güzel olduğunu bir kere daha anlamanı sağlıyor böyle kadınlar.

Evren'in insana özgürlük üfleyen havası, Başak'ın kaç yaşına gelirse gelsin asla kaybetmeyeceğini belli ettiği masumluğu, Banu'nun özgüvenli bakışları ve bu özelliklerin üçünün de yüzünde oluşturuduğu güzellik. Bana iki sene önce sinema senaryolarını tartıştığım benzer mekanlardan birinde üç tane şahane kadınla oturup çocuk muhabbeti yapacağım ve bundan bu kadar keyif alacağım söylenseydi "hadi canım" derdim:) Ama o gün hem senaryolara esin kaynağı olabilecek hem de içinde çocuklu kelimelerle de keyifli muhabbetlerin yapılabileceğini gösteren bir havayı soludum. Bu konuda yazmam geç oldu belki ama Nurturia'da Evren'in bana bıraktığı ufak bir notu gördüm. O kadar hoşuma gitti ki böyle bir şey hiç olmasa da yazmasının bile beni ne kadar rahatlattığını düşündüm ve sanki o güzel havayı yeniden soludum. Teşekkürler güzel kadınlar iyi ki varsınız ve iyi ki tanrı kadını yarattı:))

16 Mayıs 2010 Pazar

Yılın İcadı :))


Shampoo Rinse Cup:))

Sanırım çoğumuzun ortak sorunlarından biri banyo esnasında kafasından aşağı su döktürmeyi sevmeyen bebek ya da çocuklarımız :( Bu cumartesi bebek mağazalarından birini gezerken karşıma çıkan ürün " hadi ya! " dememe sebep oldu:) Bildiğimiz maşrafanın içini ikiye ayırmışlar ve ön bölümün üzerine esnek bir bölüm yerleştirmişler bu sayede yüze su gelmiyor ve şampuan ya da su kaçma engellendiği gibi özellikle daha küçük bebeklerde daha güvenli banyo saatleri oluşturuluyor.
Muhtemelen bizim gibi aynı dertten muzdarip bir ebeveynin cin fikirliliği olmalı diye düşündüğüm bu ürün beni bir yandan gülümsetirken bir yandan da tabi ya denemeye değer demeyi başarttı ve bir tane aldım. Aynı günün gecesi kullanıma soktuğum shampoo rinse cup ürünü ilk kafasına dayamamda kızım tarafından"" hopp noluyoruz" bakışlarına nail olsada kısa sürede "e peki o zaman " şeklinde benimsenerek bağırtıdan uzak eğlenceli bi banyo yapmamızı sağladı. Belki de çoğunuzun önceden bildiği, kullandığınız bir ürün olabilir ama ben yeni karşılaştım ve sevdim. Hepinizin bebeğine eğlenceli banyolar dilerim.

13 Mayıs 2010 Perşembe

0-36 Ay Bebeklere Kreş Proğramı


Böyle bir kitap buldum sonra da bunu, bunlar M.E.B. tarafından onaylı kreş proğramının tam metnini içeren kitaplar. İkinci kitap Elfana ve Hazel'den öğrendiğim kadarıyla son müfredat proğramını içeriyor ama ben Morpa yayınlarından olan birinciyi inceleme fırsatı bulduğumdan onun üzerinden yazıyorum ama ikinci kitap da hem son müfredat hem de fiyatı çok daha uygun olması dolayısıyla tercih edilebilir.

Bu tür proğram kitapları 0-36 ay arası bebekleri olanlar için gerçekten güzel birer kaynak. İçine bakıp bebeğiniz hangi ayda ne yapar ne yapamaz görüp onu belirli alanlarda nasıl desteklemeniz gerektiği hakkında çok anlaşılır bir dil ve çok pratik yöntemlerle, hızlı çözümler sunan bir bilgilendirmeye sahip oluyorsunuz. Aslında öğretmenlerin kullandığı yıllık plan gibi bir şey sanırım ama dediğim gibi ebeveynlerinde rahatlıkla kullanabileceği yalınlıkta. Özellikle evde bebeğinize kendiniz ya da bakıcınız bakıyorsa ve bir proğram oluşturabilme konusunda güçlük çekiyorsanız ya da ne bileyim daha düzenli ama kasmadan bir şeyler oluşturmak istiyorsanız faydalı bir kaynak. Örneğin bu sayede bu hafta ki konumuz üçgen, kırmızı, bir sayısı gibi kavramlar diye belirleme yapabilir. O hafta kırmızı bir üçgeni bir kartonun üzerine çizip keserek, üçgen benzeri nesneleri ya da kırmızı nesneleri gösterek o hafta sadece o konuya yönelmenizi; Üçgeni sadece bir çizim şeklinde değil de hayatın her yerine sinmiş şekilde bellek kaydına aldırarak, hani sadece kitap sayfasındaki bir fotoğraf ya da çizim olmaktan çıkarıp reele dönüştürerek bebeğinize sunmanız gibi konularda size yardımcı olabilecek kaynaklar olduğu gibi içinde gelişimsel gözlem kayıt formundan tutun da, duyu eğitimine, bebek jimnastiğine, çevre düzenlemesine, hangi ayda hangi eğitim araç gereçlerinin kullanılabileceğinin listesine kadar çok yalın, çok kestirme, tablo halinde pratik bilgiler var. İlginizi çekebileceğini düşündüğümden paylaşmak istedim bilmem bir faydası dokunur mu ? :)

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Y Viva Espana :))


Bugünlerde içimde hep İspanya'ya gitme arzusu. İspanya'ya aş eriyorum desem yeri:p :)
Hayır hamile falan da değilim ama bilemedim ki :) Bir yaşında bir bebekle İspanya'ya gidilir mi? Gidilirse gezilebilir mi? Bilmiyorum ama denemeye değer mi? Kesinlikle değer :)) Neyse en azından Haziran sonuna kadar hiç bir yere kıpırdayabileceğimi sanmıyorum ama gidemesemde İspanya'yı buraya getireyim dedim :) Bir de yeni bloga böyle bir köşe yapayım. Gidilesi yerler köşesi:) İlk yaz İspanya için gelsin. Y Viva Espana :))

Avrupa'nın güney batısında İber yarımadasında yer alan bu akdeniz ülkesi 17 özerk bölge ve 2 özerk şehirden oluşuyor. Başkenti bildiğiniz üzere Madrid. Önemli şehirleri: Barcelona, Granada, Sevil ve Valencia. Konuşulan dil: İspanyolca, Katalanca, Bask ve Galiçya dilleri.
İspanya'nın şehirlerinde kısa bir gezintiye çıkacak olur ve işe Granada ile başlarsak Granada'da 711 yılından 1492'ye kadar etkisini sürdürmüş Arap kültürünün (Endülüs Emevileri) izlerini şimdi bile sürmenin mümkün olduğunu öğreniriz. Adını nardan alan şehir olarak da bilinen Granada ünlü Elhamra Sarayı'nı içinde barındırıyor. Elhamra kelimesinin Arapça da kırmızı anlamına gelen hamra kelimesinden türetildiği çünkü sarayın duvarlarında kırmızımtırak bir kerpiç kullanıldığı söyleniyor. Geniş avlulara, kocaman salonlara sahip ve çok görkemli bir saraymış.

Başvurduğum kaynaklardan okuduğuma göre bu sarayla ilgili en fazla etkilenilen şey bütün bina ve avlularda bulunan su havuzları olmuş. Arap kültürünün bir kuraklık kültürü olduğunu bu saraya bakınca daha iyi anlaladığını ifade eden bir çok yazıyla karşılaştım.
Anlatılan göre tepedeki saraya su usta bir mühendislikle taşındıktan sonra estetik amacının dışında tek bir gramı bile israf olmayacak şekilde bitkilerin sulanmasında kullanılmak üzere ayarlanmış. Arapların cennetinin de bu olduğu söyleniyor su ve serinlik. Dolayısıyla sarayın her detayının buna göre şekillendiği. Düşününce hak vermemek elde değil.

Madrid:
İstanbul sonrası gidilen Ankara gibiymiş. Muhtemel oranın İstanbul'u da Barcelona'dır. Cervantes'in Madrid'i müzeleriyle ünlü ve çok büyük bir kent olmasına rağmen görülebilecek yerlerin birbirine çok yakın mesafelerde olması işleri kolaylaştırıyormuş. Madrid için tipik bir avrupa başkenti görmek istiyorsanız ilk tercihleriniz arasında yer almalı da deniliyor.

Madrid Boğa güreşlerinin kenti. Hala kentin en ünlü Las Ventas Arenasında bu güreşler Avrupa birliği kurallarına rağmen sergilenmekte. Arenanın bir yanında Dr. Fleming'in heykeli bulunuyor hani penisilini bulan doktor. Penisilinin bulunma amacı matadorların acılarını azaltmak içinmiş meğerse. Barcelonalılar (Katalanlar), boğa güreşlerini kabullenmiyormuş o Madrid'lilerin işi diyorlarmış ve neyseki artık Katalan bölgesinde boğa güreşi hemen hemen yasak gibi bir şeymiş.
Hemingway'ın yazılarından hoşlananlar onun boğa güreşlerine merakını ve matadorların dünyasını işleyiş biçimini bilir. Örneğin İspanya'da geçirdiği günlerini yazdığı " Öğleden Sonra Ölüm" isimli eserinde boğalar ve matadorlar arasındaki ilişkiyi ve bunun yaşamla benzerliğini ele alışı çok ilgi çekicidir . Arenada ki zavallı boğanın deneyimsiz fakat cesaretli insanın nasıl bir yansıması olduğunu bu eserde çok daha net görürsünüz. "Boğa güreşi bütünü ile boğanın cesareti, düşünce sisteminin yalınlığı ve deneyimsizliği üzerine kurulmuştur." diye başlar kitap. Yine ünlü "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" isimli eserinde de matadorların büyülü dünyasına göz kırpar. Hemingay bizim gibi görmez boğa güreşlerini, tutkundur onlara, okuması da güzeldir hani ama Hemingway bile aklayamaz o vahşeti benim gözümde orası ayrı.

Madrid'de görülesi yerler; Retiro Sarayı, Atocha İstasyonu,Colon ( Kolomb) Meydanı, Güneş Kapısı, Şehir Merkezi. Müzeler ise;

Prado Müzesi : 12. ve 19.Yüzyıl arası eserlerin sergilendiği müze. Goya'nın, Botticelli'nin eserleri görmek hiç de fena olmazdı.

Reina Sofia Müzesi: Muhakkak gerçeğini görmek istediğim eseri içinde barındıran müze. Picasso'nun "Guernica"'sı işte bu müze de sergileniyor. Picasso İspanya'ya demokrasi gelmeden bu eserin İspanya'da sergilenmesine izin vermemiş zira Picasso bu eseri Franko rejimini destekleme amaçlı 2. dünya savaşında Nazilerin Guernica kasabasını bombalamasının ardından ölen siviller için yaptığı biliniyor. Franko'nun ölümünün ardından İspanya'ya anayasal monarşi gelmesi ile 1981 de Guernica Madrid' de sergilenmeye başlanıyor. Bu müze de Dali'nin eserlerini görmekte mümkün.

Guernica


Dali
Prado müzesine çok yakın bir müzeymiş. Goya, Van Gogh, El Graco, Titian yaklaşık 800 eserden söz ediliyor.

BARSELONA:
Barcelona sokakları.
Murat Belge kenti tam bir "plastik sanatlar kenti" olarak tanımlıyor. Diyor ki, sadece kenti dolduran olağanüstü binalar, heykeller, zengin resim müzelerinden ötürü değil. Resim sanki günlük hayatın dokusuna işlemiş, girdiğiniz en köhne restorant da bile bunu görmeniz mümkün.
Barcelona'yı gezerken Picasso'nun ve Miro'nun izlerine her yerde rastladığınızı her iki ressamın da müzesinin olduğunu anlatıyor. Ama sanırım Barcelona aslında Miro'nun memleketi olduğundan onun kokusunun Barcelona'ya Picasso'dan daha fazla sinmiş olması olası. Dadaizmle ilgili az çok bilginiz varsa Miro'nun Paris ziyareti sırasında Dada'nın etkisinde kaldığını duymuş olma ihtimaliniz de var. Bu bağlamda Miro'nun eserlerini birebir inceleme keyfi bile Barcelona'yı ziyarete değer:) Elbette Sürrealizmden hoşlanıyorsanız:))

Picasso ve Miro Belge'nin dediği gibi kentin dokusuna sinmiştir mutlaka ama zannederim kentin dokusunu asıl belirleyen Gaudi'dir. Barcelona diye nerede arama yaptırırsanız yaptırın Gaudi ismine muhakkak rastlarsınız. Bu müthiş adam kim ne derse desin tüm dünyaya Gaudi'nin Barcelona'sı dedirtmiştir:) Belge'nin de belirttiği gibi doğayla mimariyi yaklaştıran bu adamın eserlerinin fotoğraflarına bakmak yetmez aslını görmek gerekir. Umarım evren yakın bir zamanda bana ve İspanya'yı görmek isteyenlere bu fırsatı tanır:)




Miro

2 Mayıs 2010 Pazar

Taga Benim Olsa:)


Bu zamazingo bebeğimle benim olsun istiyorum. Onu sürerken kimse bize bakmasın istiyorum. Deli deli dolaşmak istiyorum. Çok mu şey istiyorum :(